Hayatımın bir çok noktasında kırıldım. Ama hepsi bir noktadan çıkan uzuvlar aslında. Hepsinin başladığı nokta. Hayır, her zaman kırılgan değildim. Aslında kırılabilecek birisi değildim, bu özelliği benliğimin derinliklerinde çelik kafesler içinde tutuyordum.
Bir yerde ve bir zamanda, hayatım onsuz olmamalı dediğim bir şeye rastladım. Sorun şuydu ki, o şey aslında yoktu. Ben bir aptal gibi kafeslerimi, duvarlarımı ve beni acıdan koruyan her şeyi yıkıp geçtim. Afalladım, mutsuzluğun şok edici tokadını yediğimde. Bu yüzden bir çok hayata girip çıktım. Hepsi farklı yerlerde, farklı insanlardı. Ve hepsi bir noktada doğru olmadığını kanıtladı. Bir çok insana eski takısını kullanmaya başladım zamanla. Sevgililer, dostlar, arkadaşlar. Herkesin bittiği bir yer oldu. Ölümsüzcesine herkesin gidişini izledim. Ben asla gitmezmişim gibi.
İnsanlarda bulamadığım o amaç, aitlik ve süreklilik hissini soyut şeylere yönelttim. Bir şekilde içimde büyüdükçe beni tüketen boşluğu doldurmak için. İyi olmak için.
Bazen fazla şey istiyorum belki de diyordum. Herkes mutlu olacak diye bir kaide yoktu hayatta. Ama etrafımda mutluluk saçan insanları gördükçe zihnimde yankılanan ve canımı yakan bir soru çıkıyordu ortaya:
"Neden?"
Yaktığım milyonlarca sigara cevabı aydınlatmıyordu. Her seferinde aynı umutla yakıyordum bir diğerini. Beni yakınlaştırdıkları bir son vardı. En azından bu iç rahatlatıcıydı.
Zamanın akışı bir şeyleri iyileştirir der herkes. Ama bu durum beni iyileştirmek yerine benden bir şeyler götürüyordu. Umudum da kaybolduğunda bir hayaletten başka bir şey değildim. Yaşayan bir ölü.
Hissizliğin içinde boğulurken depresyonun derinliklerine indim. O kadar aşağı indimki değil gün ışığı, burnumun ucunda yanan ateşi göremez oldum. Git gide derinleşen, ışığı ve umudu soğurup yok eden ve geri dönüşün imkansız olduğu bir tünel gibi depresyon. Zaman içinde önce benliğimi, sonra beni yokedecek celladım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder