Çarşamba, Mart 09, 2016

Demek geri geldin.

Nefes alış verişim kadar hafif bir kaç adım attım. Belki kıştan kalma mart soğuğundan, belki anlamsız insanların anlamsız uğultusundan dolayı bir sonraki adımım daha seriydi. Uzun değildi, çünkü uzak değildi varış noktam. Sadece seriydi. Bir kaç adım sonrasında daha da hızlanacak şekilde bir adımdı. Ayak tabanlarıma çığ gibi inen enerjinin eyleme aktarımıydı.
Gerçekten nedendi diye düşünecek yirmi iki yıllık bir hayatım vardı. Doğruya yakın bir cevaba sahip olduğumu hissettiğim o an ikinci bir düşünceye yer vermedim. Amacımın seri ve net oluşundan değildi, düşüncesizce hareket etmek istediğim için değildi, yeterince cesur olmadığımdan değildi. Çünkü bütün dünya gözlerimin önüne beni buna itmek veya çekmek üzerine serilmişti. Bütün o anlamsızlıklar, tüm o boşluklar buydu. 
Son adımımda artık bacaklarımdan birini daha yüksek olan o yere basmak için kaldırmam gerekiyordu. Tereddütsüzce, refleksif olarak bir anda üstündeydim korkuluğun. Eğer zamanı saniyeler cinsinden değerlendirsek akıcı olurdu eylemim. Fakat hayatın birleşmiş anlardan oluştuğuna inanıyorum ve o an son bir kez görmem için yeterli bir andı. Neyden vazgeçtiğimi, neyden kaçtığımı, neyden kurtulduğumu ve neleri geride bıraktığımı görebilecek kadar anım vardı hayatımda. Hayır, bu klasik bir ruhumu özgürleştiriyorum akımı değildi. Bu sadece ben olabileceğim tek noktaya varıştı; yalnız olacağım ve yalnızlığımla mutlu olacağım, tüm o anlamsız varoluşlardan kurtulacağım noktaya doğru.
Ben elindeki teoriyim, düşüncelerindeki öfkeyim, kafanın gerisindeki hayaletim.
Hızlanmamış adımlarımın gerisinde bu kelimeler bütünüyle kesildi oluşturduğum hayali intiharım.