Perşembe, Eylül 20, 2012

Her şey ters gittiğinde.



İçeride bir tek sen kalacaksın. Her zaman olduğun gibi, aynalardaki çirkinliğin ve dramınla kendinle yüzleşiyor olacaksın. Ne kadar sevmesen de kaçacak bir yerin yok, çünkü bunun senden farkı yok. Bir başkası yok, bir başka yok, bir çözüm yok. Yalnızlığına mahkumsun. Kulağında çınlayan bir kaç notadan alıntı. "Sen nasıl yaşıyorsun?"

Pazar, Eylül 16, 2012

Düz çizgi.

Kendimi anlatmamı isteseniz düz bir çizgi çizerdim. Belki de sonuna bir nokta koymam en doğru karar olurdu. Cesur olsaydım, yapardım ve tanışmazdık.

Cumartesi, Eylül 15, 2012

Anlık Ölümler.



Fazlasıyla karanlıkta kalmış gözlerin ışık görmesiyle acıması bir hiç. Aslına bakarsan, her şey bir hiç. Çünkü ben bir hiçim. Ben hiçlikte yuvarlanan bir cesetim. Bir an varım, bir anda yokoldum. Her şeyim gidince elimde kaldı sıfır. Tek yaşayabildiğim şey, sendin sadece.

Perşembe, Eylül 13, 2012

You're better than i'm, you're safe.



Herkes var.
Varlıkları ile de ben değiller. Kimse değil. Bu yüzden en dipte olan benim, asla gün ışığına erişemeyen.

Pazar, Eylül 09, 2012

Take me somewhere nice.




Belirsizlikten korkmak doğamda var. Gelecek kaygıları, iki dakika fazla yaşayabilme umudu ve yarına hazır olmama hissi. Bunların hepsi genel olduğu kadar özel. Çünkü içlerinde bana dair şeyler var. Ama bana dair bir çok şey var. Benim bile bilmediklerim. Hepsinden deli gibi korkuyorum. Tüm sinir krizlerim, tüm gözyaşlarım, tüm titremelerim bu yüzden. Tüm hakaretlerim, tüm küfürlerim, tüm korkularım.
İhtiyacım olan tek şey bildiklerime tutunmak. Ne kadar sevdiğime, çok sevdiğime inanmak. Bilmek. Yaşadıklarımı anımsamak. Çimleri, sokakları, merdivenleri, yastıkları, kokuları, suları, metalleri, saç tellerini, renkleri, duyguları. Bildiğim her şeyi. Tecrübelerimi ve şaşkınlığımı. Sahip olduklarımı. Her şeyi harcayabilecek kadar kendime güvenimi, tek bir şeye sadakatimi ve aşkımı. Tek yapmam gereken bu.
Tek ihtiyacım olan huzura ulaşmanın gözlerimi kapatmak kadar yakın olduğunu. Uykularımda olduğunu. Kimsenin bilmediği rüyalarımda ona dokunmayı. Herkesten uzakta en yakında olanı. Güldüğünde havaya saçılan notaları, kısılan gözlerindeki ışığı ve o muhteşem renklerini. Her şeyi aydınlatabilecek güce sahip olduğunu bildiğimi anımsamak. Kendimi soyutladığım kadar somutlamak. Bencilce varlığını kendime bağlamak. Geriye dönmektense farklı bir varlığa erişmeyi. Su olup karışmayı, sessizce öpüşmeyi. Sessizce güzelliğe erişmeyi. Gereken yere ulaşmak ve zamanın uzattığı günlerde varlığımı sürdürmek.
Gözlerimi kapatıp, açmak.

Cumartesi, Eylül 08, 2012

Yaralar.



Küçükken çakıl taşlarının üstüne düşüp diz kapaklarımı kan içinde bırakmıştım. Başımı kaldırıp bunu ben yapmadım demek istedim. Ben takılmadım, ben düşmedim, bunu kendime ben yapmadım. Ama her şeyin başlamasından önce koşan bendim. Bu yaklaşık 10 sene önceydi.
Hala yaralarım var. Bundan yedi gün önce dirseklerim kumaşa sürtmekten yara oldu, bileğimde geçmekte olan kesikler ve ısırılmaktan delinmiş ve şişmiş dudaklarım. Fazlası da var. Zihnimde olanlar, hayat boyu benimle kalacak olanlar. Bir bakıma beni ben yapanlar, bir insanın acılardan oluşabilmesi ironik değil mi? Bu birlikte yaşamamız gereken bir şey. Bu her şey kadar acı verici bir şey.