Salı, Kasım 29, 2011

Bu gece Beyoğlu'nda yağmur yağdı ve kimsenin şemsiyesi yoktu.

Sebep? Milyonlarca vardı aslında. Sadece bir kaç tanesine takılmıştı. Gözleri doluydu. O kadar dolmuşlardı ki haftalardır, son bir kaç gün görüşünü bile yitirmişti. İnsanları anlayamıyordu. Değişmişler miydi, yoksa onları yeni mi tanıyordu. Bazılarını hiç tanımamıştı.
Silüetler. Kayıp gidiyorlardı etrafından. Hiç birini tanımıyordu, bu ona kendisini iyi hissettiriyordu. En azından kimseye açıklama yapması gerekmezdi, gerçi kimse açıklama istemezdi. Bir daha karşılacağı meçhul insanlara bakmayı denedi.
Bulanık. Ne farkederdi, nasıl olsa hatırlamayacaktı hiç birini. Onlar da hatırlamayacaktı. Yanlarından kayıp giden kırmızı gömlekli çocuğu tanımayacaklardı. Bir kaç kelime etmeyeceklerdi, varlığından haberleri bile olmayacaktı belki de.
Anlamsız. Kendisini daha fazla tutması gereksizdi. Başını hafifçe eğip ilk damlanın akmasına izin verdi. Hıçkırmayacak, çığlık atmayacak, boğazını yırtmayacaktı. Ağlayacaksa da bunu güzel bir şekilde yapacaktı. Sorunları bunu hakeden cinstendi. Başını aşağıda tutmaya devam etti. Bir süre damlaların ceketinde yaptığı lekeleri izledi. Kafasını kaldırıp insanları gözlemlemek istedi.
İnsanlar. Kimse ona bakmıyordu. Dudakları birkaç saniyeliğine yukarı kıvrıldı. Ne yaptığını farkettiğinde hemen dudaklarına eski haline gelmesini emretti. Kimsenin onu mutlu sanmasını istemiyordu. Öyle olduğunu düşünürlerse üzerine atlayıp derisini yırtarlardı. Derinlerinde kalan bir kaç hissi de emip onu bir cesete çevirirlerdi. Çünkü insanlar böyleydi; vahşi, açgözlü ve bencil. Doğaları gereği nefretliklerdi.
Silik. Hayatı boyunca  görünmez biri gibi yaşamayı denemişti. Çünkü insanların onun canını yakmasından korkuyordu. Ayrıca hepsinden nefret ediyordu. Acıdan başka bir şey getirmiyordu hiç biri. Gözlerinde görüyordu felaket tellallarını. Hep bir şekilde onun canını yakıyorlardı. Elinden bir şey gelmiyordu.
Acı. Bir anda canı yandı. Hatıralar, düşünceler ve o. Ruhunda sızı vardı ve yaşamı her geçen gün soğuyordu. Ona sarılmaya bile korkuyordu. O ne kadar hayatı takmıyorsa, hayat ona o kadar takmakta kararlıydı. Her geçen gün zayıflıyordu. Bir gün yıkılacak, parçalara ayrılacaktı.
Yağmur. Cadde boyunca devam etti gözyaşları. Rahatsız değildi, aksine rahatlıyordu her düşen yaş ile. Hafifliyordu. Görüş yeteneğini kazanıyordu yavaş yavaş. Kendine geri dönüyordu. Sakinleştirici bir yağmur gibi geliyordu bu yaşlar. Merak etti, neden etrafta kimse şemsiye taşımıyordu.

Cumartesi, Kasım 26, 2011

Dışarı çıkmayı bekleyen kelimeler.



Söylemek istediğim o kadar çok şey oldu ki. Sen gözlerini dikip bana baktığın her dakika, benim saçmaladığım her an. Gülümsemenle sarhoş olduğumda bile söyleyemedim. Korktum. Gidersin diye korktum. Belki de söylemediğimden gittin. Keşke demek çok can sıkıcı.
Duygular. Milyonlarca kelimeyi bir araya getirip, açıklayamayacağım hisler. Tam dudaklarım aralanmışken, senin kalbime sapladığın harfler. Acı veriyor her gece, her gündüz. Sensizliğin dibine vururken ben, yanlış kararlar zaman çalıyor benden.
Haberin yok. Neredeyse hiç bir şeyden. Benim suçum, ben kabul ederim geri geleceksen sen. Aslında her şeyi yapmaya hazırım. Sonuna kadar dürüstüm, her şeyi. Depresyon insanı çarpıyor, bazen söyleniyorum bu Tuncay delirir diye aynı senin gibi.  Sessizliği söküp atalım diyorum bu sefer. Gerçekten.
Ya da sonsuza kadar susalım. Huzur içinde birbirimize bakalım. Kahveler soğumadan dudaklarımız değmiş olsun.

Pazar, Kasım 20, 2011

Gereği hissedildi.





Bir kez olsun metrodan hızlıca çıkabilmek istiyorum. Çok hızlı ama. Önümdeki kalabalığı ittirerek hepsini yerlere sermek. Söylenmeleri kulaklığımdan içeri sızana kadar yürüyen merdivenleri geçmiş olmak istiyorum. Bakışları ile muhattap olmadan uzaklaşabilmek istiyorum. Hepsinden nefret ediyorum çünkü. Beni her gün metroda o gözlerle süzmelerinden nefret ediyorum. Gözlerini yakaladığımda bana iğrençmişim gibi bakmalarından daha da nefret ediyorum. Omuz atmalarından, göz devirmelerinden, parmakla göstermelerinden, birbirleri ile fısıldaşmalarından nefret ediyorum. En çok da senin o metroda olmayışından, peşimden koşup beni öpmeyişinden nefret ediyorum. Bir kez olsun orada olmanı istiyorum. Bakışlarınla temizlenmek istiyorum, sakinleşmek, sevilmek.

Çarşamba, Kasım 16, 2011

Mutlu unuttumlar.



Bir gün geçmesini bekledim. Kendimi toparlayabilmek için. Dağıldım. Alkolden değil, acıdan. Hepimiz biliyoruz ki kırılan hayaller kötüdür, kanatır.
Daha kötüsü nedir biliyor musunuz? Hayal kuruyorsanız gerçekleşmeyecektir. Gerçekleşecek olsa, hayalini kurmamıza gerek kalmazdı çünkü. En kötüsü ise, ben bizi hep hayaller üstünde yaşattım.
Bir seneyi geride bıraktık. Düşünüyorum da, 366 gün önce konuştuk en son. Peki bu zamanın benim için nasıl geçtiğini biliyor musun? Sorsan 180 yaşında hissediyorum. Yıprandım, cidden yaralandım ben bu süre zarfında. Peki sen ne yaptın? Bilmiyorum. Yıpratan şey de bu zaten beni.
Bana bir çok söz verdin. Keşke vermeseydin. Keşke konuşmasaydın hiç. Gözlerime baksaydın hep. Gerçekten, buna bile razıydım. Söylediğin her kelime okşadı yüreğimi, bir yere kadar. Tırmaladılar, canım yandı, kül oldum, savruldum hayatta oradan oraya.
Bana kızsan keşke. Bağırsan, çağırsan, öfkelensen. O günki gibi, ağlatsan. Tekrar sarılsan. Ama bunları haketmiyorum. Çünkü ben, ben ne yaptım biliyor musun? Sana verdiğim sözleri hiçe saydım. Öfkelendim sana. Gözümün boyanmasına izin verdim, bir süre. Düzenli olarak yanlış kararlar veren bir insandan ne beklenirdi ki, haksız mıyım? Haksızım. Hep haksızdım sana karşı.
Acı. Bana verdiğin doğum günü hediyesi bu. Beni unuttuğunu mu ima etmeye çalıştın peki bu sefer? Benim de payım yok değil. Neden gidip bana olan iletişim bilgilerini değiştirdim ki. Haksızım, suçluyum, yastayım.
Kendimi inandırmayı denedim. Ama senin için yanan canım buna da inanmamakta diretti. Yapamadım yine, acıyı çektim yavaş yavaş.
Her neyse. Bir dahakine daha az acıması ümidi ile.

Çarşamba, Kasım 09, 2011

Konuşmak zorunlu değil.

İnsanlar susmalı söyleyecekleri yalansa eğer. Verilen sözler tutulmayacaksa, olmayan şeylerden konuşulacaksa, hele ki çaresiz bir insana umut verilecekse sessiz olmalı herkes. Çünkü bunlar can acıtır. Diğer bir değişle, siker geçer hayatınızı.
Hayalleriniz sırayla kırılır, düşer, ıslanır. Dayanak bulamazsınız zamanla siz de kırılırsınız. Tabii ki tecrübelerime dayanarak söylüyorum bunları, boş laflar atmıyorum.
Çok çektim. Gerçekten çok çektim şu boş sözlerden, büyük düşlerden. Her seferinde aynı hikaye, her seferinde aynı ben. Bir sarhoşun sözlerine inandım ve kırıldı bütün hayallerim. Islandı kirpiklerim, kelimeler çıkmaz oldu ağzımdan kekelemekten. Canım yandı, çok yandı. Verdiğiniz sözler, umutlar, hayaller hepsi kırıldı. Hepsi tenime battı. Kanattı.  Nefesim kesildi, hayat gözümden kayıp gitti.
Ve nedense hiç dinlenmedim. Konuşmaya çalıştım var gücümle. Tahmin etmesi güç değil, yeni yalanlar türettiler. Kanımla boyadılar gözümü. Aptal gibi her seferinde izin vermemse cabası.
Oysa tek isteğim, yalan söyleyecekseniz hiç konuşmamanız.