Cumartesi, Ekim 08, 2011

Ben olmamışım.



http://tuncaykaradut.fizy.com/#p/bulutlarindegmesigibi
Korkmuştum belki de, gerçek yüzümü insanlara göstermekten, gerçek duygularımı göstermekten. Gördüklerinde gitmelerinden korkmuştum. Sessizleşip beni karanlıkta bırakmalarından. Bu yüzden kameralara oynamışım; gülmüşüm, güldürmüşüm, gülümsemişim. Peki ne kadar gerçekti? Neden bütün bunlara gerek duydum?
Bakıyorum da resimlerime, gülmediğim yok neredeyse. Mutlu muydum? Hayır. Kameradan kaynaklanan bir şey olsa gerek, gören gülüyor. Farkındayım ki herkes yapıyor. İnsanlığımızdan kaynaklanıyordur belki. İnsanlık. Ne hoş söz. Sanki bir ayrıcalığımız var diğer canlılardan. Onlarda seviyor, bizim gibi. Onlar da acı çekiyor. Yine de abartmayı çok seviyoruz, değil mi? Biz düşünebiliyoruz. Düşündüğümüz şeyler de bize acı veriyor. Vermiyor mu? Dürüst olalım. Acımızı dibe gönderiyoruz, yüzümüze de bir mutluluk maskesi takıyoruz. Dürüst oluyorum artık.
Hep onun olacak yanım sızlıyor. Hep canım yanıyor. Ne kadar gülsem de, ölüyorum ben. Onun nasıl olduğuna dair olan meraklarım, beni öldürüyor. Bunlardan haberi de yok. Olmayacak da. O, benim umutlarımı her zamanki gibi dibe batıracak. Bir tekrar olmayacak.
Merak. İşte bunun hakkında da konuşurum. Ne kadar acı veriyor değil mi? Merak edene olmasa da, karşıdakini sikertiyor. Yapmayın artık şunu. Yapmayın bunu bana. Sormayın.
Dün oldu her şey. Biliyordum, gerçek olamazdı. Ben mutlu olamazdım o günden sonra. Geri geldim dedi, tekrar varım, tekrar sarılacağım sana dedi. Salak saçma yerlerdeki heyecanım yine kızarttı yüzümü. Evet. Saatlerce konuştuk. Çok özlemiştim, elimden ne gelirdi ki? Kalbimin tekrar kırılacağını bile bile, bir hayale sarıldım ben. Ben değilim demesine gerek yoktu, yine de dedi. Hikayemi merak etmiş sadece. Çok hoş değil mi? Mükemmel değil mi? Değil işte. İçim kanıyor, kan derime baskı yapıyor, patlıyorum. Ölüyorum. İronikleştiriyorum, abartıyorum. Keseyim şunu.
Geçmişime dönelim tekrar. O kadar abarmışım ki kamerasız güler hale gelmişim. Sesim bile değişmiş konuşurken. O kadar dibe batmışım ki zamanla, mutsuzluğa alışmışım. Öyle bir alışkanlık değil bu. Bağımlılık. Sigara gibi de değil, daha ölümcül. Ölümcül de değil, ebedi acı verici. İşkence gibi. Sizin de fikriniz vardır bu konularda az çok. Kimin yok ki. Yine de devam ediyoruz. Mutsuzlukta kalmıştım. Evet, bağlandım mutsuzluğa. Elimde bıraktığı bir kaç şeyden biri buydu. Bağlandıkça çıkmaz olmuşum bunalımdan. Sanki bok var.
Pişmanım. Kim değil ki? Sürekli kendi kendime konuşuyorum. Küfürler ediyorum. Ağzım bozuk diyordun, benimkini de bozdun. Sözlerinle, dudaklarınla, dilinle. İçimde bir dürtü, gösteremedin mimiklerinde, sesinde, gözlerinde onu ne kadar sevdiğini diyor. Cevabının meçhul olması, can sıkıcı. Ne kadar biliyordu ki beni? Ben onu ne kadar biliyorum ki. Baksana. Konuşamıyorum bile artık onla. Ne boktan iş. Sadece bir iki sorum var. Canını sıkmayacağım. Belki de sıktığım için gitti. Bunu bile bilmiyorum. Tam olarak ne zaman gittiğini bile bilmiyorum. Hiç bir boktan haberim yoktu. Ne sikko insanım.
Buraya yazmayı seviyorum, terapi gibi geliyor. Sizin de bu sırada beyniniz sikiliyor. Üzgünüm, bunu zaten biliyorsunuz. Sizin için de üzgünüm ama. Size bunu yapmaya hakkım yok muhtemelen. Ama şans sizin elinizde. Siz olmasanız da ben buraya yazabiliyorum. En azından konuşuyorum boşluğa, haykırabiliyorum kelimelerimle. Maskemi indirip, paltomu rafa kaldırıp ben olabiliyorum. Klavyemin verdiği kuvveti başka hiç bir şey vermiyor. Ne olursa olsun, ben olamıyorum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder