Cumartesi, Ağustos 27, 2011

Dikenlerin vardı senin.

Hep buzdan bir kalen olduğunu hayal ettim. Sımsıkı kilitleri olan, girmenin binbir zorluklarla başarılabileceği ve ne olursa olsun içeriyi görmek arzusuyla yanan bir ben düşündüm. Değil miydi? Öyleydi.
Hiç açmadın bana o kapıları. Karanlık dedin içerisi, bir mum yakamaz mıydım? Belki sigaramın ucundaki ateş bile gösterirdi yolu bana. Çok mu yoğundu yoksa? Kaybolurum diye korktun mu? Eridim gittim ben zaten senin sözlerinin arasında, ne farkı olurdu ki.
Senin dikenlerin vardı, aynı zamanda yaraların. Sana merhem olmaya çalıştım. Umursamadım sivri dikenlerinin derimi delip geçmesini, kanatmasını kalbimi. Sandım ki temizlerim en azından iltihabını, dindiririm acını. Bastırdım seni en derinime, göstermesen de sen bana seninkileri ben umursamadım. Belki unutursun bir anlığına dünyanın döndüğünü diye düşündüm. Zamanı, mekanı, acılarımızı unuturuz diye düşündüm. Dokundum sana ne olursa olsun, öleceğimi bile bile.
Belki de yardımcı oldum, bir süreliğine de olsa. Benimle vakit geçirdin, harcadın. Kalbimi doldurdun, elimi tuttun, dudaklarımı ıslattın. Beni mutlu ettin, hoş şeyler yaptık beraber. Peki ya sonra ne oldu?
Yandım ben. Küllerim savruldu senin kalenin üzerinden. Dünya döndü, sen uzaklaştın. Tek merak ettiğim şu, yaralarına ne oldu?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder